Federal meclisteki iki Türk milletvekilinden birisi olan Hilâl Yalçın ile Hasselt’daki ofisinde çok keyifli bir söyleşi yaptık. Kendisi tüm sorularımıza içtenlikle cevap verdi. İlginizi çekeceğini düşündüğümüz pekçok noktada kendisine sorular sorduk. Sayın milletvekiline bize zaman ayırdığı ve sorularımıza samimiyetle cevap verdiği için çok teşekkür ediyoruz.
Mühtan Sağlam(M.S): Hilâl Hanım öncelikle okurlarımıza biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?
Hilal Yalçın(H.Y) : Tabiki, 1981 yılında Hasselt’ta doğdum. Ailemin üç çocuğundan en büyüğüyüm. Dedem buraya ilk gelen kafilenin üyelerinden ve maden işçisi. Brüksel Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümü mezunuyum. Üniversiteyi bitirdikten sonra pek çok farklı üniversitede araştırma görevlisi olarak çalıştım. Şuanda da Hristiyan Demokrat Partisi milletvekiliyim. Bunun dışında haftanın bellirli günleri Hasselt’taki büromuzda insanların sorunlarını dinliyorum, elimden geldiğince onlara yardımcı olmaya çalışıyorum. Sivil toplum örgütlerin toplumun gelişmesinde çok etkili olduğuna inandığım için pek çok sivil toplum örgütüne de üyeyim
M.S.: Bu noktada şunu sormak istiyorum: Hristiyan Demokratlardan milletvekilisiniz, aslında bu partinin adı bile bizde olumsuz etki bırakabiliyor. Neden Hritiyan Demokrat Parti’yi seçtiniz?
H.Y.: Aday olmadan önce tüm siyasi partilerin programlarını elime aldım ve inceledim. Pekçoğu belirli noktalarda benzer siyasal söylemlere sahipti; ancak Hristiyan Demokrat Parti özellikle devlet- vatandaş ilişkisi bağlamında her iki tarafa da sorumluluklar yüklediği için yani aktif vatandaşlar istediği için Hristiyan Demokrat Parti benim için bir adım öne çıktı. Ayrıca Türk toplumunun değerlerine karşı korumacı tutumu, etik konulardaki duruşu(ötenazinin reddi, eşcinsellerin çocuk edinmelerine karşı tutumu vb.), dine saygısı benim için önemli noktalardı. Bir anlamda benim duruşumla örtüşen ve kendimi siyasal olarak rahat hissedebileceğim bir partiydi. Bu yüzden Hristiyan Demokrat Parti’den aday oldum.
M.S: Yaklaşık 45 yıldır burada yaşan Türk toplumu, milletvekili seçilmenizde ciddi bir şekilde etkili olmuş. Siz, bu 45 yıllık zaman zarfında Türk toplumundaki gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz, sizce yeterli düzeyde Avrupa’ya -özlerini korumak kaydı ile- uyum sağlamışlar mıdır?
H.Y.: 1960’larda Belçika’ya gelen ilk Türk kafilesi temelde bazı ekonomik kaygılar yüzünden gelmişti. Hemen hemen hepsi maden işçisi olarak çalışıyordu. Genelinin aklında yeterli birikimi sağladıktan sonra Türkiye’ye dönmek vardı; ancak zamanla bazı şeyler değişmeye başladı. Türkler ciddi olarak Belçika’da yaşamaya karar verdiler. Alınan bu karar beraberinde pek çok olumlu gelişmenin kapısnı açtı.. Örneğin göreli olarak teşkilatlanmaya daha ağırlık verdiler, çocuklarının en iyi şekilde eğitim alabilmesini için çaba sarf etmeye başladılar. Bu durum beraberinde yaşadıkları topluma uyum sağlanmasında ciddi bir itici güç oldu. Bugüne baktığımızda Türk doktorlarını, avukatlarını milletvekillerini görmek bu kararın bir eseri. Yani artık Türkler Belçika’da misafir değil, Belçika’ya şekil veren bir etkili bir dinamik haline geldiler. Bu alandaki gelişme belki yavaş oluyor; ama kendinden emin ve ihtiyatlı diyebileceğimiz bir ivme ile ilerliyor. Bu da bence oldukça umut verici.
M.S.: Belçika pekçok ülkeye göre bayan vekil sayısının fazla olduğu bir ülke. Kadınların siyasetteki rolu hakkında ne düşünüyorsunuz?
H.Y.: Siyaset belki tarihsel arkaplanı yüzünden erkil bir düzen alanı gibi görülüyor. Oysa gerçek hiç de öyle değil, kadınlar siyasetin olmazsa olmazları arasındaki yerini almıştır. Kadınları hayattan nasıl dışlayamıyorsak siyasetten de dışlayamayız; çünkü siyaset hayatın bizzat kendisi. Pekçok noktada kadınların etkisi hissedilirken siyasi alanda bunun cılız kalması bir noktada üzücü. Ayrıca kadınların erkeklere nazaran daha uzlaşmacı ve yapıcı olması da benim açımdan dikkat çeken bir başka unsur. Yani aslında artan bayan milletvekili sayısıyla doğru orantılı olarak uzlaşma zemini de genişliyor. Siyaset, masalara yumrukların vurulduğu bir yer olamktan çıkıyor, barışçıl rüzgarların estiği bir alan haline geliyor.
M.S.: Kadınların siyasal alanda etkinliklerini artırmak için çeşitli yollara başvuruluyor. Bunlardan birisi de kota uygulaması bu uygulama hakkında ne düşünüyorsunuz?
H.Y.: Bana öyle geliyor ki kota bu noktada etkili bir çözüm değil. Yani eşitlikten bahsederken ayırımcılık istemek bana çok tutarlı gelmiyor, ayrıca adil bir yöntem de değil. Yani hak edenin vekil seçilmesi sağlanmalı. Bu nasıl yapılabilir diye düşündüğümde Belçika’da bir partinin ilk üç sırasında yer alan milletvekili adaylarının aynı cinsiyette olmaması zorunluluğu mantıklı geliyor. Bir de şunu belirtmekte yarar var: sadece kadınların seçilmesi ile iş bitmiyor. Önemli olan seçilen kadın milletvekillerinin karar almada etkili mekanizmalara getirilebilmesidir. Bu sağlanamıyorsa yapılan seçim kadınları dekor olarak kullanmaktan başka bir şey olmuyor maalesef.
M.S.: Son günlerde gerek ulusal gerek uluslararası gündemde üst sıralarada Belçika’nın bölünmesi konusu var. Bu noktada belki en doğru muhattaplardan birisiniz. Belçika nasıl oldu da 6 aylık bir hükümet krizi yaşadı? Bölünme gibi keskin bir karar söz konusu mu?
H.Y.: Ben bu konuda bölünme kelimesinin kullanılmasını doğru bulmuyorum. Zaten böyle bir durum da pek olanaklı değil. Sorun özellikle Flaman Bölgesi ile Valon Bölgesi arasındaki bazı anlaşmazlıklardan kaynakladı. Özellikle vergilendirme ve bu vergilerin kullanılması noktasındaki adaletsizlik hükümet krizi diyebilecğimiz durumun temel sebebiydi. Örnekle bu anlaşmazlığı açıklayacak olursam: Flaman Bölgesinde yaklaşık 750 tane trafik radarı var, bu sayı Valon Bölgesinde 50 tane ile sınırlı. Bu demek oluyor ki Flaman Bölgesinde yaşayan insanlar trafik kural ihlalinde bulunduklarında ceza ödeme olasılıkları daha yüksek. Yani federal bütçeye Flaman Bölgesinden çok daha fazla vergi akışı oluyor; ancak federal bütçeden her bölge ihtiyacı kadar para alıyor. Yani bariz bir adaletsizlik söz konusu, en fazla katkıyı yapan bölge daha az para alıyor bütçeden. Benzer bir durum sağlık hizmetlerinde de söz konusu. Flaman Bölgesinde ev doktoru kullanımı %75 bir oranda seyrederken Valon Bölgesinde bu oran sadece % 25’te kalıyor. Flaman Bölgesindeki bir vatandaş için devlet 15 Euro ayırırken bu rakam Valon Bölgesinde 150 Euroyu buluyor. Bu adaletsizlik de krizin büyümesinde etkili oldu.
M.S.: 20 Mart’ta Yves LETERME’nin başbakanlık yaptığı yeni hükümet kuruldu. Kurulan yeni hükümet soruna bir çözüm üretecek mi?
H.Y.: Uzun vadede bir çözüm üretileceğine inanıyorum. Bazı reform çalışmaları ile sorun daha fazla büyümeden hallolur bence; ama şunu kolayca söyleyebilirim ki bölünme bir çözüm şekli olarak gündemde ele alınmayacaktır. Belçika sadece Valon ve Flaman Bölgesisinden oluşmuyor. Bir de Brüksel var. Hem Belçika’nın hem de Avrupa’nın başkenti konumundaki bir şehir. Yani bölünme olduğu takdirde Brüksel’in konunumu ne olacak belli değil. Bütün bu unsurları gözönüne aldığımızda yapılacak bazı reformlarla yerel yönetimlerin yetki alanının genişletilmesi ile sorun aşılacaktır.
M.S.: Türk asıllı bir milletvekili olarak Türkiye’nin Avrupa Birliği yolculuğunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
H.Y.: AB sürecinde konunun iki muhattabının da üzerine düşen bazı yükümlülükler söz konusu. Avrupa Birliği 1963 Ankara Anlaşması ile Türkiye’ye birliğe girebilmesi için taahhütte bulundu. Bu bağlamda AB’nin Türkiye’ye yönelik daha açık bir politka izlemesi gerekiyor. Türkiye de AB yolculuğu için üzerine düşenleri bir an önce yapmalı. Ancak bu noktada reformlarını (demokrasi ,insan hakları…v.b) yaparken AB’ye tek seçenek olarak bakmamalı; çünkü Türkiye’nin uluslararası alandaki yeri yadsınmaz bir öneme sahip. Türkiye elindeki kartları doğru oynamalı, liderlik edebileceği alternatiflere de açık olmalıdır.
M.S.: Hilâl Hanım bize zaman ayırıp sorularımıza cevap verdiğiniz için çok teşekkür ederiz.